3 Mart 2019 Pazar

ne zaman vazgeçersin sevmekten?
birisinin, onu senden çok sevdiğine inandığında mı?
sen, birisini ondan çok sevebildiğini gördüğünde mi?
yoksa
onun, birisini senden çok sevdiğine ikna olduğunda mı?

nasıl inanırsın vazgeçebileceğine? ne zaman ikna olursun vazgeçmeye?


birisi, seni bensizliğe ikna etmiş.

3 Ekim 2016 Pazartesi

*

bunlar hep kıştı, bu anılar hep kışa dair.
bir de yaz olsaydı hani; sen ne dersin?


sen sanki uyuyor gibi başını bir koltuğa yaslamışsın,
birileri var etrafımızda
ben birileriyle yürüyorum,
sen birileriyle oturuyorsun.
ben yürüyorum,
sen uyanıyorsun,
geçmek zorunda gitmek zorunda yürüyorum
dokunuyorum başını yasladığın koltuğa yanından geçerken
sen dokunur gibi bakıyorsun
ben
yine
hep
giderken.


bunlar kışa dair. bu anılar hep kış.
bir de belki yaz olsaydı?

hiç beklemediğim bir yolda karşılaştık
bembeyaz bir yolda iki farklı yöne yürüyorduk
karşılaştık
tanıştırıldık
sen öyle üşümüştün,
ben öyle.
bu buz kesmiş bir tanışmaydı
anlat desen anlatamam
kötü değil iyi ama
anlat desen hatırlamam hani.
biz sonradan tanıştık
-bizim tüm yaşadıklarımız bir tanışmaydı-
buz kestik ve bir buzu kese kese
tanıdık birbirimizi.

soğuktu tüm bunlar, kışa dairdi.
ama bir de yaz olsaydı, acaba?

senin sürprizlerin vardı,
en olması gereken yerde.
halbuki sürpriz adı üstünde beklenmeyecek şekilde olması gerekirken
sen en olması gereken yerde en beklenmeyeni yapmayı pek seviyordun.
herkesin içinde, gelip de bana...
ne güzelsin.
önümde yürüdün
beni bekledin
dışarıdaydık
ve beraber üşüdük

hep kış.

çakmağın ve
dumanların,
kardan kadeh ve tabakların
yolun bittiği yerler, hikayeler,
ve onların
sarhoş bağırışları
kaçışımız beraber
-keşke-

elveda, kışa elveda
bahar geldi sonra.
kış değil yaz değil de bahar
yaza kalsaydı tüm bunlar?

kimse bilmeyince,
kimse görmeyince
kimse şahit olmayınca
şehrin en aşina köşelerinde halbuki
sen
-alınma ama-
sanki hiç olmamışsın gibi.

aynı tarafta mıyız
hayır hiç gitmedim
ne güzelmiş
aa onu hiç yapamam bak
ben buraya hep
sen de
sabahın ilk
kahve
'yazın nasıl olur ki burası diye düşündük mü acaba o an?'
kral ve kraliçe geldiğine göre
hahaha hayır hayır o değil



ne istedin benden
ben sana gelirken
yazıp seçemedim
onlarca
aynı
cümleden.
sonra bunlar dalgalar, bunlar limanlar
elinde işte yüzüyor bir gemi
sanki çok kolay
savruluyor batıyor halbuki

inebildiğin en derininden
bulup da bana verdiğin
o deniz kabuğu gibiydi
ellerimde sanki kalbin.

seviyordun uzakları
ve gitmeyi de sever gibiydin
sen diğerlerini geride bırakıp
dönmeye değer bir evdin.

kara ve kışa söz yok ama,
yaz olsaydı bir de, belki...

yokluğun, aşina olduğum
eski bir rayiha şimdi
duymuyorum belki evet,
ama bile bile soluyorum.


elveda;


yaza kalmadı hiçbir rüya.





13 Ekim 2014 Pazartesi

kışın başladı ve kışın bitti
görmedim hiç baharını,
ne renk açardı çiçekleri,
nereye düşerdi yaprakları?

25 Ocak 2014 Cumartesi

Benim ve tüm diğerlerinin açtığı yaralar için özür diliyorum.

Ona mutluluk, hüzün, nefret, haz yaşatana somut bir şeymiş gibi bakmamaya başlıyor insan.
Sana böylesine duyguyla gelene ancak yine duyguyla zarar verebilirmişsin gibi geliyor.
Halbuki sanırım bu, hiç açıkça yara almamış birinin kurduğu bir varsayım.

Ben en çok kendime kızdım,
çünkü diğerleri sanki yeni tanıştıkları birine üzüleceği bir konuda gaf yapmışlar gibi
ya da
ağrıdığını bilmedikleri bir yere farkında olmadan dokunmuşlar gibi can yakıyorlardı.
Ben ise neyin en çok acıtacağını biliyor olduğum halde, istemeden de olsa, incitiyordum.

Böyle zamanlarda en çok kendime kızıyordum.

Hem kendime, hem diğerlerine bir şekilde engel olamadım.
Hepsi adına şimdi,
Özür diliyorum.

9 Ocak 2014 Perşembe

/ekim

Bizi karanlığa gömdün sanmıştım,
bir tohum gibi toprağa bırakmışsın halbuki.

Yeşereceğiz ve meyve verecek,
senin çiçeklerin,
benim yapraklarım.

5 Ocak 2014 Pazar

/hasat

düştüm, sebebi çok belli.

sen kahve fallarında gördün geldiğimi
ve ben uydurdum bütün o hayalleri.

sahiptin bana biliyordun ve öyle derin bir vadiydin,
ben, bile bile düşüyordum ve belli ki çok da hevesliydim.

düştüm, sana değil ama önce toprağa,
sonra köklerinden yükseldim dallarına.
onlarca açtı yemyeşil, yemyeşil onlarca yaprak,
ne zaman düşeriz sen ve ben
toprağa, bir meyve olarak?

1 Aralık 2013 Pazar

yol, kül ağırlığında.
yürürken uçuşuyor üzerinde,
zaman, düş kuraklığında.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

^

Alev, kor, kül,
alev, kor, kül,
alev,
kor,
kül,

ve işte sürüyor git gide yanan.

Ölü evindeki her bir gülümseme geçen zaman. Geçiyor ve sen ayan beyan görebiliyorsun geçtiğini.





13 Kasım 2012 Salı

kal desen kalamazdım belki ama;
gel desen yine gelirdim.
şimdi gitmelisin dediğin o yere gidiyorum;
dön desen de dönemem artık.

17 Ağustos 2012 Cuma

masanın üzerindeki yazılar

Yalnızsan,
yada seni karşında oturanın gözlerinden başka yere bakmaya yönelten bir hissiyat içerisindeysen görebilmişsindir bu yazıları.
Utanmış olabilirsin, hüzünlü olabilirsin, tereddütte olabilirsin; bilemem.

O, beni hep bu masada bekledi,
Ben, sanki onu sevmeye çok zamanım varmış gibi hep geç kaldım.

O belki yine her gün gelip bu masaya oturur,
ve belki hiç görmez bu yazılanları çünkü hiçbir zaman yalnız olmaz,
hiçbir zaman burada,
onu karşısında oturanın gözlerinden başka yere bakmaya yönelten bir hissiyat içerisinde olmaz belki,
Belki yine ben olurum karşısındaki.

20 Haziran 2012 Çarşamba

üzerinde durduğu haliyle kalmış bir pelerin sanki bu deniz kabuğu,
eteklerinden bembeyaz rüzgarlar dökülür
ve her çizgisinde geçmişinin gölgesi belirir.

gökyüzünü, denizleri dolduracak kadar, ne üzmüş olabilir?

...

gülüşünde beni anlayan bir tını var,
sen fark etmemişsindir, fark etmemelisin de,
bu yüzden güzel zaten.

...

kalbine doğru ördüğüm her yolda
müthiş bir dikkat göstermek,
yolun üzerinde attığım her adımda
daha da mutlu olmak,
ve kalbine vardığımda bakıp pencerelerinden,
kalbime ördüğün yolları görmek,

hissiyatına;
ilhamına aşık olmak,
bir kez daha.

...

o gece, sen tüm kabul edişin ve çaresizliğinle
"uzak öyle zor ki"
dedikten sonra,

yürüdük.

ve nasıl dönüp birbirimize baktıysak
öylesine bir anlaşmaydı işte attığımız her adım;
hazin, ivedi ve meçhul
yorgun, bitkin ve mecbur.

4 Nisan 2012 Çarşamba

bak bu deniz, bu gemi,
bunlar da limanlar.

hayır bunlar dalgalar!

tamam o zaman, limanlar bunlar olsun.

evet onlar liman olabilir.

güneş vuruyor ellerine,
ellerin deniz,
ve sen bir gün doğumu tablosusun.

senin de ellerine vuruyor güneş,
sen de tablodasın şimdi.

denizin en güzel halini getireceğim demiştim,
böyle söylemiştim. işte.

...

Ellerin deniz ve bir gemi yüzer üzerinde kararsız, savrularak
Bazen en uzak liman yakın,
bazen en yakın deniz uzak.

17 Şubat 2012 Cuma

Gitmek, beklemek ve yine gitmek.

Birbirine eş iki kar tanesi olup;
Bambaşka iklimlerde beraber erimek.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

pull

hiç bilmediğim bir şey,
görmediğim bir memleket gibi
haritanın üzerinde gezdirirken gözlerimi görüp de daldığım;
kimdir?
neresidir?
nedir?
ne bilirim hakkında, bir anda geçer aklımdan
ki gelip biri alsa önümden haritayı, çevirse küreyi dönse dünya mesela,
kapatsa ışığını da sönse dünya o zaman

unuturum gidersin.

ne senin haberin olur zaten, ne ben tek bir şey hatırlarım o memleketten,
orada değilsin ki sen.

31 Temmuz 2011 Pazar

pul

kıpkırmızı bir ufka düşsem;
ya sabah oluyor ya akşam.
zaman bilmesem hiç;
ki gün-gece, sen olsan.

11 Ocak 2011 Salı

₰₰

Tren tanıdığımız insanlarla doluydu. Ailelerimiz, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz... hepsi bu trendeydi. Bizim olduğumuz vagonda ise bir tek ikimiz vardık. Penceremizden dışardaki ışıkları izliyorduk, gecenin bu saatinde dışarıda görebileceğimiz tek şey o ışıklardı zaten. Arada bir dönüp öylece birbirimize bakıyorduk. Bazen rengarenk saçlarını izliyordum onun. Saçlarında çocuk tarafı vardı. Birbirimizle konuşurken de bazen bu çocuk tarafını görüyordum. Özellikle de gülerken. Herkeste nasılsa, onda da öyleydi çünkü, en saf hali; gülerkenki haliydi.

Ki işte saçları da sanırım bu yüzden rengarenktir.

...

Bir ara ayağa kalkıp vagonun içerisinde dolaşmak istedi. Endişeli gözlerle ona baktım. Endişelenmiştim, çünkü aynı vagondaydık, tüm koltuklar boştu, ve içeride hem tekli koltuklar hem de çiftli koltuklar vardı; hem birbirine çok yakın koltuklar, hem de birbirine çok uzak koltuklar vardı (Öyle ki bu koltuklar, diğer vagonlardaki koltuklara birbirlerine olduklarından daha yakındı.) Oysa ben onun hep yanımda oturmasını istiyordum. Gözlerime baktı, elimi tuttu. Kalplerimiz trenin ritmik tıkırtısıyla bir atıyordu. Gülümsedim, ayağa kalktım.

Şimdi aynı vagon içinde ikimiz de dolanıyorduk.

9 Ocak 2011 Pazar

₰1

bir fotoğrafın olsa bende.
başka kimsede, hatta sende bile olmayan.
bir tek ben baksam o fotoğrafa,
bir tek ben öyle görsem seni.

27 Aralık 2010 Pazartesi

bir yolculuğa çıksak seninle
yarısı gündüz, yarısı gece,
ilk defa iyi geceler öpücüğü versem sana,
ilk defa, uyandığımda, yanımda sen olsan.

27 Ekim 2010 Çarşamba

£

tren hep doğru yoldan ilerlerdi,
bana kalan tek seçim: gitmek mi, yoksa gelmek mi?

21 Eylül 2010 Salı

&&

O adam şanslıydı bunu bil!
Ve evet! Sen de şanslıydın!
Çünkü onun sana dokunduğu
ve senin ona gülümsediğin gün;

kılıcımı evde bırakmıştım.

15 Eylül 2010 Çarşamba

umi

uzun mesafe ilişkisi denen bişey var. dünyanın en saçma salak şeyi galiba kendisi. başıma böyle bişey gelmemiş olsa da (yalaan!) yorum yapıcam şimdi. sen böyle seviyosun birini felan, sonra zorunluluktan ya da tamamen keyfine uzuyor eleman. sonra nedir efendim birbirimizi seviyoruz, sevginin gücü bilmem ne saçmalıklar, yürütme çabaları, sürekli bi mesajlaşma aramalar, en yakın tatili beklem...demeden ayrılık! zbaaam her şey yerlebir.

o "uzak mesafe" de adamın denemediği aliler, ayşeler, ahmetler kalmıyor, sen enayi gibi sevginin gücü diyosun. bedenen belki de ruhen tamamen tatmine ulaşmış bir sevgili karşında. eee devam edecek olan ne merak ediyorum. kafanı yan tarafa çevirdiğinde başkasına giden birisi "seni seviyorum" diyor ve de buna inanıyorsan bi tuhaflık vardır. ihtiyaç sözcüğü yaptığının hiçbir şekilde karşılığı da olamıyor su mu bu amk ne ihtiyacı ekmek mi?! (a tribute to sami)

uzun mesafe ilişkisine inancaksan şöyle inan, şarkı var: gossip - love long distance
ben şarkıya inanıyorum sakdasşldşds

5 Eylül 2010 Pazar

omegle

sabahın köründe uynaık olmamı bıraktım şu saatte yazı giriyorum. dahası yaklaşık 1 saat önceki sıkıntımdan dolayı omeglye girdim. herkesten önce davranıp "asl" diye sormayı ihmal etmedim tabii. sohbetimin baş unsuru olan cümleler de yanımdaydı "wazzup, what r u talkin bout". wazzup diyince direkt kaçıyolar zaten. bi tane elemanla sağlam konuştum ama. epeyce felsefe yaptı. bi yerden sonrasını anlamakta güçlük çektim tabii eleman paragraflarca yazdı. çıkardığım sonuç ingilizcem yetersiz. daha da net bi sonuç var: omegle güzel, bazen ;)

30 Ağustos 2010 Pazartesi

&

sen ne renksen o renktir saçların, deniz gibidir.
beni sevdiğinde, rüya rengi olur,
ve ben bu rüyayı gördüğümde, o denizde boğulurum
gerçek sanarım her seferinde.

.

anlatacak çok şeyin var, anlatacak çok şeyim var
şimdi hem sen konuşuyorsun hem de ben konuşuyorum,
anlatacak çok şeyimiz var belli,
yanıma gel,
duymanı istiyorum hepsini bir bir, duymayı istiyorum bir bir hepsini
dudaklarımda;
dudaklarından.

.

sen kalbimde parlayan bir gölgeydin,
bense ışık olup yanmak istiyordum tüm gölgelerinde bedeninin.

22 Ağustos 2010 Pazar

olası yazar

şok şok şok!
13 numaralı rüyayı göremeden intihar etti!
belki de olması gerekendi bu.

1 Ağustos 2010 Pazar

ağustoooos demek çok sıcak demek

çok sıcak demek kesinlikle. sıcakların da hormonları tetiklediği belli bir şey. herkesler kırlarda bahçelerde koşup oynuyor tabii. bi hareketlilik var.

selam, ben ağustosun ilk yazısıyım.